Cennette sanırsın bir an kendini, rengârenktir etrafın… Toprak en güzel ve en renkli çiçeklerini, kuşlar en özel aşk bestelerini sunar sana… Hayretle açılıverir gözlerin, kulakların duymaya başlar. Sokaklarda, parklarda birbirini yakalamaya çalışan, misket yuvarlayan, salıncakta sallanan çocuklar; bando alayı gibi mutluluk senfonisi sunuyordur sana…
Dondurmacı Mehmet ustanın etrafı cıvıl cıvıl çocuklarla sarılı… Kimi kremalı, kimi vanilyalı, kimi çikolatalı kuyruğunda. Sırayı bozan afacana cevap gecikmez arkadaşından: “Akıllı ol benim babam senin babanı döver.” Bu cennet görseli yüreğine nakış nakış işlenir. Kırışmış yüzünden zoraki bir tebessümle adım adım yürürsün. Az ileride salya sümük ağlayan bir çocuğa:
“Neden ağlarsın yavrum? diye sorarsın;
“3 liramı kaybettim.” der.
“Al sana 3 lira!..”
Alır ve tekrar ağlamaya devam eder.
“Eee şimdi neden ağlıyorsun?”
“3 liramı kaybetmeseydim 6 liram olacaktı!” der.
Yılların yorgunluğu ve yüküyle kaskatı olan kalbin, bu masumane ve saf cevap karşısında bir anda pamuk gibi olur, zoraki tebessüm yerini kahkahaya bırakır. Az ilerdeki kamelyada oturayım biraz dersin… Tam yaslanırsın; sırtın batar, göğsün sancır, eee doğru ya dost! Dediklerinin ihanet hançerleri. Bir değil, bin değildir… Sırtında yer kalmamıştır belli… Hayatın yükü omuzlarını düşürmüştür. Oturtup öylece izlersin. Çocuklar sanki seni zaman makinasına bindirmiş geçmişine; taa çocukluğuna götürmüştür. Bir an çocukluğun gelir aklına yaşlı ve kırışık yüzünden damla damla dökülür anıların… Cennet kokulu annen, evet tam karşında… Salıncakta seni sallıyor ve sonra hiçbir yerde bulamayacağın o sıcacık göğsüne sarıyor seni… İrkiliveriyorsun birden; kalın kaba bir ses: “Heey ihtiyar çocuklara bakıp ne düşünürsün?” “Hiçç…” Anıların bir anda kaybolmuştur. Bir cümle yapışır dudaklarına: “LÜTFEN ÇOCUKLUĞUMU GERİ VERİN BANA!..”
Yücel POLAT