Kocaman kalabalığın içinde kaybolduğumuz, yalnız hissettiğimiz zamanlar vardır. Birde yanımızdaki bir kişiyle tüm dünyanın ayaklarımızın altında olduğunu hissettiğimiz anlar…
Hayat hepimize hediyelerini farklı şekilde verir, bizlerde seçimlerimizi ona göre yaparız. Ya o kalabalığın önünde konser veririz ya da en arka sıralardan duymaya çalıştığımız sesleri dinleriz. Çok insanın hayatınızda olması çok sevildiğiniz anlamına gelmediği gibi tek başınıza olmanız da sevilmediğiniz anlamına gelmez. Zirve tek kişiliktir klasiğine girmeyeceğim. Çünkü yalnızlık Allah’a mahsustur bizlere değil. Bizim doğamız da ilişkilerimizin temeli de kurduğumuz iletişime bağlı. Yakın çevremize baktığımız da kimlerle ne paylaşım yaptığımız, koşulsuz şartsız her şeyi konuşabildiğimiz kaç kişi var hayatımızda? Kuru kalabalık diye nitelendirdiğimiz bir boşluk mu? Yoksa doğru yolu sonunda bulup az ve öz insan mantığıyla mı hareket ediyorsunuz?
Aileniz, sevgiliniz, eşiniz, dostunuz, çevrenizde her kim varsa sohbet ederken ne kadar açıksınız, ne kadar dürüstsünüz? Aranızdaki samimiyet ne boyutta? Mesela sen bana şu sözü neden söyledin diyebilenlerden misiniz? Yoksa oturup anlamasını bekleyenlerden mi? Ya da bu durum sizlere ne kadar ve nasıl çözümler getirdi? Hiç düşündünüz mü demek istemiyorum düşündüğünüzden eminim ama herkesin yapamadığından da bir o kadar eminim. Kalabalıklar içinde kaybolmak yerine, aynı yolu defalarca yürüseniz bile sıkılmadan sizin yanınızda olacak insanlar olsun. Konuşabildiğiniz, anlatabildiğiniz, anlayabildiğiniz insanlar…
Bir konuşabilsek aslında neler neler çözüm bulurdu, bitip giden ne ilişkiler kurtarılırdı. İki insan olarak karşılıklı oturup sorunları konuşmayı, çözüm aramayı hiçbir şey olmuyorsa bunu denemeyi bile başaramadık. Ya tamamen susmayı tercih ettik ya da dinlememeyi. Kime sorsan karşı tarafı suçlar. Ben sustum, ben yaptım demez hiç kimse. Sorumluluğu başkasına yükleyince ondan kaçıyoruz sanıyoruz. Kendimizi kandırdığımızı bile bile yapıyoruz, kolay olanı seçiyoruz. Seçimlerimizin bedelini öderken de “Ben bunu hak edecek ne yaptım?” diyoruz.
Keşke söylememize gerek kalmadan bizleri anlayacak insanlar olsa çevremizde ne kadar güzel olurdu, her şey ne kadar kolay olurdu değil mi? Ama öyle değil maalesef daha gerçekçi baktığımızda kimse tahminler üzerinden hareket edemez, acaba neye ne için kırıldı, üzüldü diye uzun süre kafasını yormaz. En yakınınız olsa bile derdinizi söylemeden derman bulamazsınız. “Buna mı kırıldın?” diye küçümseyecek insanlar zaten hayatınızda olmasın. Sizde öyle olmayın. Kimseyi hayatınız da kuru kalabalık yapmayın, kimsenin de hayatında kuru kalabalık olmayın.
Eğer hayatınızdaki kişinin hep sizinle olmasını, ilişkinizin daha sağlıklı ilerlemesini istiyorsanız konuşun. En ufak bir sorunu bile konuşun. Saçma bile olsa konuşun. Konuşmazsanız hallolmaz, konuşmazsanız o küçük sorunlar birikerek aranızda koca bir dağ olur, hayatınızdaki insanı kendi ellerinizle bir dağın arkasına hapsetmeyin. Çünkü o zaman ne konuşursanız konuşun duymaz. Bağırsanız da fayda etmez. Geriye pişmanlıklarımızla, keşkelerimizle kalakalırız.
İşte bunun için konuşmalıyız, geç olmadan, aramıza kendi ellerimizle ördüğümüz duvarlar girmeden, birbirimizi duyabiliyorken, dinleyebiliyorken anlatmalıyız. Yapılmayan şeylere duyulan pişmanlık duygusu hep daha fazla olur. Konuşsam ne olur ki? Anlatsam ne değişir ki? demeyin, deneyin. Değişen bir şey yoksa zaten sizin asıl değiştirmeniz gereken şeyin ne olduğunu size gösterir. Hayatınızdaki o kişiye verdiğiniz değeri gözden geçirmeniz gerektiğini de görürsünüz. Konuşmak size insan kaybettirmez, kalıcı insanları görmenizi sağlar.
Yorumlar kapalı.